Sevgili okurlarım iyi ki varsınız…
Geçen haftanın yazısından sonra Ersin Faikzade’nin takdirini, sevginizle verdiğinizi görmek beni çok ama çok mutlu etti.
Zaten “hayat”, “sevgi” demek değil mi.
Evdeki yaşamı kaldığım yerden anlatmaya devam ediyorum.
Uluslararası Barış Elçimizin annesine, her fırsatta kondurduğu öpücükler, söylediği şarkılar… Tüm yiyeceklerini önce dudaklarına sürüp tattırdıktan sonra şırıngasıyla beslemesi. Yirmi seneden fazla bir süre böyle yaşatmak için gösterilen olağanüstü çaba. Hastalığının ilk gününden itibaren eşinin yatağının ucunda yaşayan, göz göze sevişen, bakışan, anlaşan kocasını iki sene önce kaybetmiş Zekiye anne. Sonra abla da yurt dışında evli olduğundan oğlu dönmüş İngiltere’den. Melek bir bebek olan anneye bakmak için. Aynı rahmetli babasının gösterdiği titizlik ve sevgiyle. Konser seyahatleri hariç anneye bizzat kendi bakıyor, altını temizliyor. Tanrı’nın hediyesisin sen, benim kutsal varlığım, kraliçem diyerek, öperek koklayarak.
Onlar insanlığın ‘İNSAN’ı.
Yalnızca şunu düşündüm. Melek kim? Elmas kim? Orada yılların değil, asrın ya da asırların annesi ve yine asırların çocuğu var. Onlar bizim değil. İnsanlığın insanları. Dünyada yüzlerce ödül değil de, yüz binlerce ödül bile verilse Ersin Faikzade için pek bir şey değiştirmiyor. Çünkü insanlığın ödülünü almış önce annesinden, sonra yaşamına dokunduğu yüz binlerce insandan, gençten, çocuktan… O, magazinci değil, beş dil bilen, opera eğitimli bir tenor. Türk Müziğini ve Türkiye’yi dünyada tanıtan “gerçek sanatçı”.
“Artık çöle dönmüş olsa bile, bir tek tohumla yeniden yeşerebilir insan yüreği; Çünkü insan, yaşamın sevincidir, yaşama sevincidir… Anlamak sevmenin olmazsa olmaz kuralıdır”. Abraham Maslov.
Zekiye anne oğlunu bu güzel sözdeki gibi anlıyor ve “Anne, mutlu musun?” diye sorduğunda gözlerini kapatıyor. O güzel gözler ve bakışlarla ışıklar saçılıyor odaya, her yere…
Birlikteliğin mutluluğu yaşanıyor, o evde hem de en derininden, en yücesinden. İsyan yok, olumsuz tek bir cümle yok. Yalnızca şu an ki birliktelik ve süreç için Yaradan’a minnet, şükran, Atatürk ve silah arkadaşlarına dualar ve anmalar var. Gittiği her ülkede Elmas Çocuk ilk iş olarak Atatürk heykelini ziyaret edip bayrağımızı asıyor. Ve konser kapanışlarını ise İzmir Marşı ile yapıyor. Çünkü diyorki;
Her şeyimizi önce Allah’a, bu günümüzü Ata’mıza borçluyuz.
Electra, “Hayatta en pahalı şey tecrübedir. Çünkü kazanmak için, kaybetmek gerekir.”
Ersin Faikzade, 5 yaşındayken annesinin bu amansız hastalığı sonucu çok şey kaybetmiş. Çocukluğunu, gençliğini, sağlığını kaybetmiş. Dizi dizi acıları yaşamak zorunda kalmış. Sevgiyle hastalara dokunursa iyi olacaklarını öğrenmiş. Hem de ruhun gıdası müzikle. Tüm engelli ve hasta derneklerinde gönüllü çalışmış. MS, Down Sendromu, bedensel ve görme engelliler gibi. Halen de çalışıyor, zevkle, onurla, gururla…
Hikayesinde bir değil, bin roman yazılır.
Elmas Çocuğu tanımak, hayatı, mutluluğu, insanlığı ve inancı bilmektir.
Türkiye’den henüz bir ödülü bile yok, tek diplomatik dünya iyi niyet elçimizin. Olmasa da olur. Yeter ki, sizler tanıyın onu. www.ersinfaikzade.com ’a tıklayın.
Yaptıklarına bakın… O “Barışın Sesi”ni, “En İyi Yorumcu” ödülü ile nasıl hak ettiğini bir görün, bir dinleyin…
Anne, oğlunun bu yaşadıklarını hiç bilmiyor. Çocukları için yaşama tutunuyor, kirpikleriyle sevgisini kalplere tek tek, bir ok misali yerleştiriyor.
İşte, insanlığa ve tüm evrene giden, ana –oğlun duyulan ve duyulmayan sesleri Türkiye’den, İzmir’den hem de bu evden yükseliyor…
Ersin Faikzade -Im Sailing- THE PEACE MAN OF 2013 paylaşan: walesprincess
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder